Esther, eski bir tekstil mühendisi, ama ruhu yıllardır kayıptı. O, sadece kumaşlarla değil, hikayelerle de ilgilenirdi. Ancak yıllar içinde, çalıştığı fabrikaların doğaya ve hayvanlara verdiği zararı gördükçe içindeki tutku solmuştu. Kimyasal boyalarla kirlenen sular, zorla tıraş edilen koyunlar, kaynar sulara atılan ipek böcekleri… İçinden hep aynı soru geçiyordu: “Bunu başka türlü yapamaz mıyız?”
Bir sabah, ona ilham veren o mektubu aldı. Eski bir dostu, doğaya zarar vermeyen tekstil yöntemlerini araştıran bir grup kurmuştu. Onları görmek için küçük bir kasabaya, yemyeşil ormanların ortasındaki atölyeye doğru yola çıktı. Burası, doğaya zarar vermeyen kumaşların üretildiği, renklerin çiçeklerden damıtıldığı, hiçbir hayvanın zarar görmediği bir yerdi.
İlk durak, barış ipeği üretim atölyesiydi. Geleneksel ipek üretiminde ipek böcekleri kozasından çıkmadan öldürülürdü, ama burada farklıydı. İpek böcekleri, hayat döngülerini tamamlayıp kozalarından doğal olarak çıktıktan sonra geriye kalan iplikler toplanıyordu. Esther, ipeğin ellerinin arasında kayar gibi aktığını hissettiğinde içindeki suçluluk kayboldu.
Bir sonraki durağı bitkisel boyama atölyesiydi. İçeri girdiğinde, raflarda kavanozlar dolusu kurutulmuş çiçekler, yapraklar ve meyve kabukları gördü. Bir kadın, kaynayan dev kazanlara soğan kabukları atarken gülümsedi. “Bak,” dedi, “Kimyasal boyalara ihtiyacımız yok. Doğa zaten bize renk veriyor.” Kırmızı pancar köklerinden sıcak tonlar, ceviz kabuklarından derin kahverengiler, indigo bitkisinden masmavi renkler çıkıyordu. Esther, kumaşların yavaş yavaş doğanın renklerini almasını izlerken büyülendi.
Sonra, en çok merak ettiği yere, vegan deri üretim atölyesine geçti. “Gerçek deriye ihtiyacımız yok,” dedi atölyenin ustası. Esther’in önüne bir parça yumuşacık, ama deri gibi görünen bir kumaş koydu. “Bu ne?” diye sordu şaşkınlıkla. “Mantar derisi,” dedi adam. “Mylo diye geçiyor. Doğada tamamen çözünebilir.” Bir başka rafta, ananas liflerinden yapılan Piñatex deri vardı. Hiçbir hayvanın derisi yüzülmemiş, hiçbir canlının canı yanmamıştı.
Son olarak, sürdürülebilir kumaşların üretildiği bölüme geçti. Pamuk yerine kenevir ve bambu kumaşları kullanılıyordu. Bu bitkiler, pamuktan çok daha az su tüketiyor, kimyasal gerektirmiyor ve hızla yenilenebiliyordu. Geri dönüştürülmüş plastik şişelerden yapılan RPET kumaşlarını görünce, gözlerine inanamadı. “Yani çöpler moda olabilir mi?” diye sordu şaşkınlıkla. “Evet,” dedi atölyedeki bir genç, “Ama iyi bir şekilde.”
O günün sonunda, Esther artık kararını vermişti. Eskisi gibi hissettiği suçluluk yoktu. Şimdi biliyordu ki moda, doğaya ve hayvanlara zarar vermeden de var olabilirdi. Kumaşların arkasında bir hikâye olmalıydı, ama bu hikâye, gözyaşı ya da acı dolu değil, umut dolu olmalıydı.
Birkaç ay sonra, kendi markasını kurdu. Sadece doğaya ve hayvanlara zarar vermeyen malzemelerle çalışıyordu. Ve ilk defa, uzun zamandır kayıp olan ruhu geri dönmüş gibi hissediyordu. Çünkü artık biliyordu: Gerçek moda, sadece güzel görünmek değil, aynı zamanda dünyaya güzel davranmaktı.